BİLİM İÇİN ÖLEN KADIN: MARIE CURIE

“Her gün giydiğim bu elbisemden başka elbisem yok. Eğer bana yeni bir tane daha alma nezaketi gösterecekseniz, lütfen siyah renkte ve giyimi kolay bir şey alın ki, laboratuvarda da giyebileyim.”

O, belki de bilim dünyasındaki erkek egemen yapıyı kıran tek kadın alim oldu. Üstelik bunu yaparken, bilimsel şöhreti ile kendi kulvarındaki erkek rakiplerini de ezip geçmişti. Üstelik başarısız olması durumunda öne sürebileceği onlarca mazeret varken o, hayata meydan okurcasına, karşılaştığı tüm zorlukları ekarte ederek, bilimin sihirli dünyasında hak ettiği yeri almıştı. Kim miydi bu kadın? Marie Sklodowska ya da bilinen adı ile Madam Curie!

1867’de Lehistan’ın (Polonya) Varşova şehrinde hayata gözlerini açtı. Hem annesi hem de babasının öğretmen olması, onu yaşıtlarına karşı avantajlı kılacaktı. Petersburg Üniversitesi’nde yüksek tahsil yapmış ve sonra Varşova’da fizik ve matematik dersleri vermeye başlamış olan babası Vladislav Sklodowska ve yine eğitimci annesi Madam Sklodowska sayesinde, kısa zamanda okumayı sökmüş, küçük yaşlarda fen ile tanışmıştı. Özellikle evlerindeki fen cihazları dolabı, Curie’nin bir numaralı eğlence kaynağıydı. Hafızasının kuvvetli olmasıyla da sınıfında dikkat çekiyordu.

Fizik derslerinde hocalarının kainattaki düzenle ilgili söyledikleri ve laboratuvarlarda yaptıkları deneyler,
genç bilimcinin şevkini artırıyor, onu daha fazlasını bilmek ve öğrenmek için kamçılıyordu. Marie gayretli çalışmalarının mükafatını çabuk gördü. Kısa zamanda başarısı ile adından söz ettiren bir öğrenci olmuştu. 26 yaşına geldiğinde, kendisi gibi bilime gönül vermiş Pierre Curie ile tanışacaktı. Pierre Parisliydi ve Marie ile tanıştığında iyi bir bilimsel kariyere sahipti. Çift 1895’te evlenince, Marie de artık Madam Curie olarak anılmaya başlayacak ve ikili tüm mesailerini bilime adayacaktı.

Bu arada Röntgen, 1895 Kasımı’nda efsanevi X ışınları ile röntgen teknolojisinin temellerini atıyor, Henri Becquerel X Işınları ile floresanlanma arasındaki ilişkiyi araştırıyordu ama halen radyoaktivite zincirinde kayıp bir halka vardı. Bunu bulmak da Madam Curie’ye kısmet olacaktı.

Türkiye’nin ilk kadın kimyageri olan Remziye Hisar, Marie Curie’nin Sorbonne Üniversitesi’nde öğrencisi olup, Türkçe ve Fransızca çok sayıda kitap yayınlamıştır. 

İlk kez 1897’de Becquerel’in dile getirdiği (uranyum tuzlarının yaydığı ve sonraları radyoaktivite olarak adlandırılacak olan) ışın üzerine detaylı araştırmalara başlamıştı. Bir yıl sonra toryumun da bu ışınları yaydığını fark edince eşi Pierre ile bu konu üzerine çalışmaya başladılar. Bu arada Becquerel de boş durmamış iki farklı uranyum mineralinin daha aktif olduğunu keşfetmiş; bir takım çalışmalarla, polonyum ve radyum elementlerini elde etmişti. Temmuz 1898’de Curie çifti, yeni bir radyoaktif element olan uranyumun radyoaktif bozunmasından ortaya çıkan polonyumu bulduklarını açıkladılar. Bu arada maddenin adını da, Marie’nin anavatanı Polonya’dan esinlenerek koymuşlardı. Durmadılar ve Eylül 1898’de doğal radyoaktif element radyumu bulduklarını duyurdular. Bu gelişmeler üzerine Marie, 1903’te doktorasını vermiş ve Fransa’da ileri bilim alanında doktora unvanı alan ilk kadın olmuştu. Aynı yıl içinde eşi ve Becquerel ile birlikte, Nobel Fizik Ödülü’nü de alıyor ve tarihte Nobel Ödülü alan ilk kadın oldu.

1904’te eşi Pierre Sorbonne’da öğretmenliğe başlarken, kendisi de Sevr’deki bir kız okulunda fizik öğretmenliği yapmaya başlamıştı. Her şey yolunda gibi görünüyordu, lakin bilmedikleri bir şey vardı; uğraştıkları alan olan radyoaktivitenin ölümcül yan etkileri. Çift radyasyondan kaynaklanan rahatsızlıklar geçirmeye başlamıştı. Radyumun zararlı etkileri yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı. Pierre Curie’nin bir kaza sonucu ölmesi üzerine iki çocuğu ile dul kalan Marie, eşinin Sorbonne’daki öğretmenlik görevini devraldı ve içinde bulunduğu tüm olumsuzluklara rağmen, inatla hayata sarıldı. 1908’de Sorbonne’daki ilk kadın profesör olarak, bir başka ilke imza atıyordu. Her ne kadar radyoaktivite bedenini yavaş yavaş esir almaya başlasa da, Madam Curie, kariyerinde devasa bir sıçrama daha yapacak, 1911’de radyum ve polonyumun keşfindeki rolünden dolayı, Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülecekti. Böylelikle Madam Curie, tarihte iki Nobel ödülüne sahip ilk kişi oldu. Bunun ardında ise, bir elementin radyoaktif işlemlerden sonra başka bir elemente dönüşebileceğini göstermesi yatıyordu. Bu, kimya alanında yepyeni bir sayfa açılması anlamına geliyordu. 1914’te Paris Üniversitesi’nde kurulan Radyum Enstitüsü’nün başına getirildi. Radyum’un tıptaki önemine binaen, Birinci Dünya Savaşı boyunca X Işını teknolojisinin öğretilmesine ağırlık verdi; fizik tedavi uzmanlarına savaş ortamında radyoloji ekipmanını nasıl kullanacaklarını öğretti. Tabi bu arada yüksek dozda radyoaktif ışına da maruz kalıyordu.

Curie’nin bedeni, maruz kaldığı aşırı dozdaki radyasyona dayanamadı ve kadınların bilim arenasındaki bu başarılı temsilcisi, 1934’te Fransa’nın Savoy şehrinde 67 yaşında hayata gözlerini yumdu. Kan kanserinden öldüğü tespit edilen bu bilim işçisi, ardında çilelerle örülü devasa bir bilimsel kariyer bırakmış ve Einstein’ın ifadesiyle “Bütün meşhur olmuş insanlar içinde, şan ve şöhretin bozmadığı tek varlık” olarak hatırlanmayı hak etmişti.

Radyumdan çıkan ışınların bazı tümörleri iyi ettiği ortaya çıkınca, kanser tedavisinde, soyadından ilham alınarak curieterapi (kemoterapi) olarak bilinen tedavi dönemi açıldı.

Tarihi Değiştiren Bilginler – Ali ÇİMEN