“Aşkım Kapışmak Akademi”nin hikayesini paylaşabilir misiniz?
Bu seneye kadar yalnızca Aşkım Kapışmak vardı aslında, ülke öyle tanıyordu. Kendi uzmanlık alanımda eğitimlere ve seminerlere devam ediyordum. 2 sene BKM’de sahne aldım, o zaman tek kişilik gösteri yapıyordum. Orda çok iyi piştim ve daha fazla şeyler yapmak istiyordum. BKM’yi bıraktığımda ciddi bir turne teklifi geldi. Teklifi getiren Ali İhsan Abi’yle konuştuk. 50’ye yakın ilde turne yaptık. Bu turne içinde dostluklar kuruldu, hayallerden bahsedildi ve akademi kurma hayalimizi gerçekleştirerek akademiyi kurduk. Hayranı olduğum, eğitimlerini dinlediğim ve birebir tanışmak istediğim isimler vardı. Ben hemen o hayal ettiğim ve çok istediğim uzmanlarla görüştüm ve onlar da severek geldiler. Akademi aslında benim yıllar yılı hayalim ve duamdı. Şimdi farklı alanlarda uzmanlarla hem büyüklerimle hem de yaşıtlarımla güzel ve tatlı tatlı bir şeyler yapıyoruz.
Söz konusu alanda pek çok uzman varken siz aralarından sıyrıldınız, sizi farklı kılan nedir?
Bu tabi çok merak edilen ve medyada da çok sorulan bir soru. Bunun sadece benimle alakalı olduğunu düşünmüyorum. Biliyorsunuz bazı şeyler zaman ve durumla ilgili. Başarı sadece kişinin kendi yeteneğiyle ya da çalışkanlığıyla gelen bir şey değil. Bunun için de doğru zaman, doğru yer ve doğru tavırlar da çok önemli. Naçizane, ben aynı zamanda uzmanlığım dışında konservatuar mezunuyum. Yani biraz daha ilişkileri, psikolojiyi, kurumlarda verdiğim eğitimleri teatral ve psikodrama şeklinde anlatmaya çalıştım. Konservatuardaki hocalarımın da belki öne çıkartmaya çalıştığı şey buydu. Türkiye’de bakanlıklardan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu‘na, özel şirketlerden derneklere kadar birçok yerde eğitim veriyorum ama inanın eğitimlere giderken diğer arkadaşlarımdan daha farklı olarak böyle renkli renkli giyinip gidiyorum, ciddi barkovizyonları çok kullanmıyorum, yani eğitimler uygulama ve oyunlar ile geçiyor. Belki o samimiyet, o sempati, şuan benim aklıma gelenler. Ekran güzel kadın ve güzel adam sever, bizim herhalde sempatikliğimiz tuttu diyebilirim. İnsanlar böyle bir samimiyete açmış.
Gençler artık gerçekten emir vermeyen, egosuyla beslenmeyen; eğitimci, lider, anne, baba, öğretmen ve arkadaş istiyor.
Aşkım Kapışmak Türkiye’de Beden dilini markalaştırmaya başladı diyebilir miyiz?
Kesinlikle diyebiliriz. Hatta Türkiye’de kişisel gelişimin Tarkan’ı, psikolojinin Cem Yılmaz’ı oldun diyorlar. Beden dilinin Türkiye’de markalaşmasına şahit de olduk, sürecini de başlattık.
Danışanlar tarafından en çok merak edilen ve danışılan konular nelerdir?
En çok merak edilen şey karşı cins. Karşı cinsin duyguları, neden böyle davrandığı ve ruh hali. İkincisi ise şu aralar çok rastladığım, toplumda artık çokça karşılaşılan eğlenmek, popüler kültür, kendini farklı göstermeye çalışmak, ciddi anlamda kırılmaya başladı. İnsanlar kendileriyle yüzleşmeye başladı. Kendileriyle yüzleştikçe de diplerde karanlığı görüyorlar. O yüzleşme ciddi bir anksiyete ve depresyon getiriyor. Son zamanlarda “ben niye böyleyim” sorusuyla gelen çok fazla insan olmaya başladı. “İstemediğim şeyler düşünüyorum, beynimi yönetemiyorum, sürekli bir kaygım var, pozitif düşünmek için elimden geleni yapıyorum ama olmuyor, hiçbir şey tat vermiyor” diye belli kişilik kodlarıyla geliyorlar.
Hangi problemle gelirlerse gelsinler, kişinin eninde sonunda öğrenmeye çalıştığı şey “kendi” oluyor. Yani ben n istiyorum? Neden böyleyim? Neden bu dünyadayım? Yaşama amacım ne? Sonuca geldiğimizde şu çıkıyor; %90’nın gerçekten yaşam amacı yok. Yaşam amacını sadece paraya, kariyere bağlamışlar. Daha insani, daha evrensel, daha tek bir yaşam amaçları yok.
Kurumlarda davranış bilimleri eğitiminin önemi nedir?
Davranış bilimlerini gerçekten anlamış az sayıda kurum var; çünkü kurumlar hala ticari dükkan zihniyetindeler. Müşteri ne şekilde gelirse gelsin diyen büyük markalar bile var. Biz de birkaç tane firmayla yeni bir şey başlattık. Kurumların içine kendi akademilerini kurmaya çalışıyoruz. Şunu fark ettim ki insanlar kendisine yatırım yapılmasını çok istiyor ve kendisine yatırım alamayan çalışan da maaşına yatırım istiyor. Çalışan, bir birey olarak kabul görmek, anlaşılmak ve mutlu olmak istiyor. En önemlisi çalışan değerli olduğunu görmek istiyor. Bizim ülkemizde değer daha çok maaşla ölçülen bir şey. Yüzde beş zam geldikçe kişi kendini daha değerli hissediyor ama farkında değil aslında daha da mahvoluyor. Çünkü duyguya zam getiremiyorsun. Kişi sürekli paradan güdüleniyor ve kafede, kahvede, gece kulüplerinde, sinemada, akraba sohbetlerinde konuştuğu tek şey “zam geldi mi gelmedi mi?” oluyor. Yılları bununla kodlanmış bir kitle var ve bunlar hiçbir şekilde kendi içlerinde annesiyle, babasıyla şunları konuşmuyorlar; kendini iyi hissediyor musun? Orada aitlik duygun gerçekten gelişiyor mu? İyi ilişkiler kurabildin mi? Bu cümleler yok.
Kurumlardaki beden dili eğitimine olumlu – olumsuz örnekler verir misiniz?
Bir kere hepsinde bir özgüven duruşu istiyoruz. Yönetici- çalışan ilişkisinde, yönetici karşısında “el pençe divan” duruş dediğimiz duruşun olmaması gerekiyor. Göz kontağını kaçırmamak gerekir. Mahrem mesafeler diye adlandırdığımız belli mesafeler var; yöneticiyle çalışan karşılıklı olduğunda bir buçuk metreden daha yakın mesafede olmaması gerekiyor. Samimiyetin sınırlarını iyi korumak zorundasınız. Yine mikro beden dilinde, duyguları bastırmamak en doğrusu. Sürekli tebessüm etmeye çalışan insanlar çok yapmacık dururlar. Yalandan tebessüm kurmayın, gerçekleri hissettiğiniz zaman o tebessümü kurun. Ama sadece karşı taraftan bir diyalog geldiyse göz bebekleri büyük bir şekilde dinlemek zorundasınız. İnsanların bedeni ile çok fazla oynamaması gerekiyor.
Buluşu, sol beyni daha baskın olan insanlar yapar ama çok ilginçtir ki sol beynin bulduğu şeyleri satan da sağ beyindir.
Artık cep telefonu insanların altıncı parmakları. Herhangi bir parmağını bantladığında diğerleriyle hareket edemezsin. O da senin altıncı parmağın, telefonun olmadığında bir eksiklik hissediyorsun, çünkü artık onunla kişiselleştin.
Kişiler ve kurumlar iletişimde sosyal medyayı ve çeşitli uygulamaları kullanıyorlar (WhatsApp, Skype vb.). Sizce bu durum ne kadar ileri gidecek?
Çok ileriye gitti zaten. Sosyal medya hesaplarının alternatifleri türemeye başladı ve türemeye devam edecek. Yavaş yavaş telefonuna aşık olma başlamış. Telefonu kişilik örüntüsü gibi görüyorlar. Yani sosyal medya bireyin sanki kendi bir yanı gibi. İlginç bir şekilde geçmişinde defektleri olan birçok kurum ve birey, teknoloji dediğimiz sosyal medya üzerinden kendilerini var etmeye çalışıyorlar. Komplekslerini, kederlerini, rekabet hırslarını, savaşma mekanizmalarını orada kullanıyor.
Eğitimlerinizde sağ beyin ve sol beyin üzerine bilgilendirmeler yapıyorsunuz. Buluş, inovasyon yapan kişilerde en çok hangi taraf baskındır?
Buluş, istikrar gerektiren bir şeydir. Sabır ve konsantrasyon becerisinin yüksek olması gereklidir. Kişi daha köşeli ve soğuk olmak zorundadır. Kolay kolay dış etkenlerden etkilenilmemelidir. O yüzden buluş yapan kişilerin genelde sol beyni baskındır, yani mantık odaklı, daha kuralcı insanlardır. Çünkü sağ beyni kullanan insanların haz eşikleri yüksek, sabır eşikleri düşüktür. Sağ beyni kullanan insanlar çabuk evet derler ve vazgeçerler. Çabuk motive olurlar ve düşerler ama iyi toparlayıcılardır.
Buluşu pazarlayan oradan para kazanan sağ beyindir diyebiliriz. Ama asıl olan ön beyin. Ön beyin karar mekanizması olduğundan, yerinde ve zamanında düşünüyor. Mesela sağ beyni baskın kişi önce ben der, sol beyni baskın kişi önce iş der. Ama ön beyni kullanan insanlar önce biz der. Her iki tarafa da ihtiyacımız var. Hangisini aşırı kullanıyorsak o konuyla ilgili psikolojimiz bozulmaya başlıyor.
Son 5 yıl öncesine kadar popüler kültürde “5 adımda liderlik”, “3 adımda başarı” gibi kitaplar ve eğitimler anlatıldı. Böyle bir şey yok. Ben 3 adımda bir kitap okuyup, 6 teknik uygulayıp çok iyi bir lider olamam, çok da başarılı bir insan olamam. Bunun bir bedeli, bir yolculuğu var. Önce beynini anlatacaksın ki zaten beynini anlattıktan sonra ekstra bir şey öğrenmene gerek kalmıyor. Beyin kendini buluyor, keşfetmeye başlıyor.
Markalaşma artık yalnızca sosyal medya üzerinden yürüyor.
Aşkım Kapışmak tescilli bir marka, taklitleriniz oldu mu?
Taklitlerim kaynıyor. İlk önce TV 8 komedi programında “Taşkım Takışmak” adlı bir taklidim yapıldı. Bir sene boyunca sürekli onu izledim. Facebook’tan gelen bir yazıya göre, Dünyadaki en çok takip edilen yazarlar arasında 91. olmuşum. Ancak sosyal medyada paylaştığımız sözler farklı dillere çevrilmiş ve benim yazıp, paylaştığım yazıları başka dillere kendileri çevirmeye başlamışlar. Bazı taklitçiler yazımı almış ve kendi isimlerini o yazılara yazmışlar. İçimden “Aşkım, ego yapma, sen iyi bir hizmet için bu dünyada varsın, oradan da beslenen biri varsa beslensin” diyorum.
Bence Türkiye’de ki en değerli marka: KADIN
Çünkü, turizm, gıda, tekstil, diyet her şey onun üzerinden ilerliyor. Çok ilginç bir şekilde kötü niyet de kadın üzerinden yürüyor. Erkek daha erkek olduğunu hissetmek için de kadını öldürüyor, ve yine aynı duygu için kadını yüceltiyor. Bütün reklamlara bakın, arabayı satmak için erkeğin yanına kadını koyarlar, gündüz kuşaklarında tencereyi satan yine kadın, cennetten kovulup elma yediren de kadın, cenneti ayakları altına koyulan da kadın. Her şey kadın üzerinden yürütülüyor. “Marka denilen şey kadındır”. Dünya doğurganlık üzerinedir.
Fikir doğur, güzellik doğur, marka doğur…
En çok kullandığım marka: BURBERRY
Bence yüzyılın en başarılı icadı: SELFIE ÇUBUĞU
İnsanların egolarını besleyen bir icat.