Bale ve dans sanatçısı, koreograf-sanat yönetmeni, eğitim koordinatörü Tan Sağtürk. Sanat hayatı boyunca sayısız başarıya imza atan ve atmaya devam eden Tan Sağtürk ile Türkiye’de baleye ivme kazandıran, günden güne büyüyen bir topluluk haline gelen Tan Sağtürk Akademi üzerine konuştuk.
Sizin için Türkiye’ye baleyi sevdiren balet diyebilir miyiz?
Evet, biraz öyle oldu gerçekten. Bu sebeple ayrı bir sorumluluk üstleniyorum. Yıllar önce Fransız Devlet Balesi’nden Türkiye’ye dönüş yaptığımda İstanbul Devlet Operası’nın baş dansçısı konumundaydım. O zamanlar Türkiye’de büyük şehirler dışında mesleğimiz ile ilgili büyük eksiklikler olduğunu gözlemledim; birçok yerde Devlet Opera ve Balesi’nin olmayışı, mesleğimizin birçok şehre yeteri kadar ulaşamaması gibi… Dolayısıyla mesleğimin tanıtımına ağırlık vermek üzere operadaki görevimden istifa ettim. Hemen ardından ilk icraatımız Diyarbakır’da bir bale okulu açmak oldu. Diyarbakır’dan sonra Mardin, Kayseri, Gaziantep, Kahramanmaraş’a okullar açıldı. Okulların açılmaya başladığı dönemde bir yandan da İkinci Bahar adlı dizide rol aldım. Tüm Türkiye tarafından izlenen dizi esnasında birçok röportaj teklifi geldi; “Ben oyuncu değilim bale dansçısıyım bu konuda röportaj verebilirim.” dedim. Böylelikle bale konuşmaya, bale dansçısı kişiliğimi konuşmaya başladık. Okul açıp binayı boyamaktansa okulu açmadan bir yıl öncesinden çalışmalara başladık. Söyleşiler düzenledik, tanıtımlar yaptık. Bu şekilde birçok insana ulaştık. Yapacağım dediğim işleri yapmış olmak çok önemli. Yıllar önce yapmış olduğum röportajları incelersiniz, bugün hepsinin yapılmış olduğunu görebilirsiniz.
Bale ve dans okullarınıza ilk tepki nasıldı?
En çok karşılaştığım soru şu oldu; “Açacağınız okullara isminizi mi veriyorsunuz yoksa bizzat siz mi ilgileneceksiniz?” Bu sorunun cevabını zamanla aldılar. Söz konusu bölgelerde çok vakit geçirdim, çok emek verdim. Birkaç okulu aynı anda ziyaret ettik, elimizden gelenin de fazlasını yaptık.
Ön yargılarla karşılaştınız mı?
Ön yargı daha çok batıda ve büyük şehirlerde var; İstanbul, Ankara ve İzmir dışındaki büyük illerimizde ön yargılar çok açık. Ancak doğudaki bale dans okullarımız bulundukları şehrin gurur merkezi haline geldi. Yurt içi ve yurt dışı basınının da ilgisini çok çekti. İstanbul’da bir bale okulumuz var demektense Diyarbakır’da bir bale okumuz var demek bizi de çok gururlandırdı.
Tescil, rekabette sizi öne taşımak demektir.
Tan Sağtürk Akademi markası adınıza tescilli. Bir bale akademisi olarak marka olmak size ne ifade ediyor?
Türkiye’yi Avrupa ile mukayese edersek en büyük handikap yapılmış bir şeyin üzerinden gitmektir. Türkiye’nin yaratıcılıkla ilgili büyük bir sorunu var bence; var olan bir şeyi örnek alma duygusu oluşmuş ve yerleşmiş. Oysa olmayan bir şeyi düşünüp yola koymak bambaşka bir şey. Tescil çok önemli bir konu. Mukayese demek, rekabet demek. Tescil, rekabette sizi öne taşımak demektir.
Bir markayı tescil ettirdiğinizde yalnızca Türk Patent ve Marka Kurumu ya da dünya üzerindeki herhangi bir patent ofisi nezdinde değil insanların kafasında da tescil ettirmiş oluyorsunuz. Bu algıyı yaratmak için marka tescili şart.
Adınıza tescilli olan başka markalar var, bu markalar için yeni projeler diyebilir miyiz?
Evet, birçok proje yaptık. Bunların bir kısmı televizyon projeleriydi; Benimle Dans Eder Misin, Yok Böyle Dans gibi. Bu projelerin birçoğunun prodüksiyonunu da üstlenmiştim.
Son dönemde ise; Kültür Bakanlığı tarafından organize edilen 450 sanatçılık dev bir projemiz oldu. 19 Mayıs’a özel bir prodüksiyon hazırladık; ben de Atatürk’ü canlandırdım. Benim için hem çok büyük gurur hem de çok büyük bir sorumluluktu.
Bir yandan şu an devam eden Troya var. Türk bale opera tarihindeki en büyük ve en çok ses getiren eserlerden biri. Hatta ödülünü de aldı diyebiliriz; dünyanın en prestijli sahnesi olan Bolşoy Sahnesi’ne davet edildi. Troya, Bolşoy’de sergilenen ilk Türk eseri oldu.
Troya’yı gelecek yıllarda da izleyebilecek miyiz?
Yerel başarılar ve ilginin yanı sıra dünyadan talepler almaya başladık; Rusya’da Bolşoy gösterisinden sonra Berlin, Tokyo ve Londra’da gösteriler olacak. Troya’da 350 sanatçı ve çift orkestra performans sergiliyor. Bu kadar kalabalık bir prodüksiyonu taşımak gerçekten kolay değil. Olabildiğince seyirciyle paylaşmaya çalışıyoruz. Türkiye’de yakın zamanda ise Aspendos’ta ve İstanbul’da gösterilerimiz oldu. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü değerli arkadaşım Murat Karahan sayesinde Troya bir süre daha devam edecek.
Türkiye’de balet olmayı nasıl ifade edersiniz?
Ben artık balet olmanın ötesinde adeta bir simge olduğumu görüyorum. Hedefimiz ise bu simgenin sayısını arttırmak. Ancak genel bakış açısı olarak şöyle bir şey var; mesela Bir Fazıl Say, bir Sezen Aksu, bir Tarkan, bir Tan Sağtürk yetiyor, ikincisine yer yok gibi bir algı var. Burada çok kaliteli ve değerli dansçılarımız var. Kamuoyunun da fark etmesi için elimden geleni yapıyorum. Her alanda bu simgeleri arttırmalıyız.
Türkiye’de bale yapmak konusuna gelince, kısmi de olsa şahsım adına ön yargıları bir nebze kırdığımı düşünüyorum. Önceleri bale çok bilinen bir sanat dalı değildi, belirli bir kitlesi vardı ve o kitlenin dışına çıkmazdı.
Şimdilerde seyircinin daha yoğun olduğunu gözlemleyebiliyorum. Troya’nın dört bin kişilik biletleri kırk beş dakika içerisinde tükeniyor, yer bulunmuyor. Bu, elde edilebilmesi güç ve muazzam bir şey.
Meslek olarak balet olmanın artı ve eksi yönleri nelerdir?
Eksileri diye bir şey yok bence. Çocuk yaştan itibaren yetiştiriliyoruz. Ben 40. sanat yılımdayım. On yaşından itibaren aynalar karşısında eğitim alıyoruz. Disiplinli hocalardan duyduğumuz en iyi övgü ise “fena değil” oluyor. Dolayısıyla başka bir kafa yapısı oluşuyor, hep mükemmeli arıyorsunuz ve bir yandan da alkış almaya alışıyorsunuz. Bu durumun yarattığı egonun yanı sıra beraber büyümenin vermiş olduğu bağlılık ve sevgi var aramızda.
Tan Sağtürk’ü 3 kelime ile anlatmanızı istesek?
İnsan kendini tanımlamamalı bence. Tanımalı ama tanımlamamalı. Çünkü tanımladığınızda inanmaya başlarsınız dolayısıyla o tuzağa düşmek istemem ama çok çalışan, aileme düşkün ve eşime çok aşık kalabilmek isterim.
Bir buluş yapacak olsaydınız ne üzerine olurdu?
Tan Sağtürk Akademi bir sistem üzerine kurulu; 14 bin aktif, 20 bin mezun öğrencimiz var. Okul yönetim sistemi diye bir sistem oluşturduk. Bu sistemin içerisinde stok, sayım, finans, öğretmen ve talimat bilgilerini içeren bir bilgi ağı var. Bu bizim açımızdan müthiş bir buluş oldu. Nasıl bu kadar okulu yönetebiliyorsunuz dediklerinde sistem sayesinde diyebiliyoruz. Tan Sağtürk Akademi’nin kendi ağ yapısını örerek hayatımın buluşunu yaptığıma inanıyorum.
Bir dans ayakkabısı tasarımınız var. Bu tasarımı nasıl ortaya çıkardınız?
Evet, ayağımdaki ayakkabı. Çift tabanlı bir caz ayakkabısı. Okullarımızda kullanmak üzere getirtiyorduk fakat gümrükte sorunlar yaşadık. Biz de çeşitli ayakkabı örneklerini aldık, açıp inceledik. Kendi tasarımımızı ürettik ve mükemmel denecek ayakkabıyı ortaya çıkardık, tasarım tescilimizi de aldık.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Çocuklu ailelere muhakkak çocuklarını sanatla iç içe büyütmelerini tavsiye ederim. Müzik, tiyatro, bale, resim, dans hepsi olabilir. Sanat eğitimi alan çocuklardaki farklılığı ve bakış açılarındaki zenginliği çok kısa sürede fark edeceklerdir.
Bence Türkiye’nin en değerli markası
Türkiye, devletimiz en değerli marka.
En çok kullandığım marka
Kitap okumak için Amazon ve telefonum iPhone.
Bence yüzyılın icadı
İnternet.